Friday 31 December 2010

2011

 Herkese mutlu bir 2011 diliyorum. Tek sayıların benim için daha uğurlu olduğuna inanarak 2011e pozitif anlamlar yüklemek istiyorum. İstediğim herşeye zaman ayırabilirsem çok mutlu bir yıl geçireceğim demektir. Saçımdaki aklar da çoğalırken zamanın yavaş akması işime gelir. Aheste ama keyifli olsun bu yıl o yüzden. Roadrunner gibi görünüp kaybolmasın...

İyi yıllar...

Happy new year for the ones who visit me throughout the world:)

Wednesday 1 December 2010

December

Ben ki koskocaman bir ayı bir satır bile blog yazısı yazmadan geçirdim. Tamam kabul ediyorum lisedeki veletlerde uğraşmak zormuş bunun üstüne bir de zekilerse daha zormuş sanki. Ama kabul etmeliyim ki çok eğleniyorum ve gün be gün daha çok şey öğreniyorum - öğrenicem.

Bu arada 5+1 alma fikrini aklıma soktuğu için sayın Köşker'e teşekkürlerimi sunuyorum. Kendini her şarkıda konserde gibi hissediyor insan. Tavsiye edilir kesinlikle!

Hayatımın en sönük öğretmenler gününü ben bu sene yaşadım. Diğerleri de bu yılkine benzeyecek sanırım. Kendimi buna alıştırmam lazım!!!

Ben Borçkadayken daha aktif bir insandım. Bu cümle burda mutsuz olduğum anlamına gelmese de büyük şehirde öğretmen olmanın sinemaya, tiyatroya, konser,e trekkinge gitmek değil; her sabah 6'da kalkıp 5'de evde olmak olduğunun farkına varmak çok acı..

Blogumun ziyaretçi sayısına katkıda bulunan herkese teşekkür ediyor Aralık ayının iyi geçmesini diliyorum. Çok cüddü bir kapanış oldu . Evet Im a serious teacher...Alışın buna!

Sunday 24 October 2010

Kayseri Fen Lisesi

Evet. Kabul ediyorum. Enteresan bir yıl. 2010u hiç sevmeyeceğimi söylemiştim ya. Açıklamayı çok erken yapmışım. Sanırım bugünlerde 2010u seviyorum. Henüz Fen Lisesi öğretmeni olmakla ilgili birşeyler söylemek için çok erken. Ama en yakın zamanda yeni okulum hakkında kendi fotograflarımla birlikte bir yazı yazıcam.


Mutlu ve sağlıcakla kalın!

Wednesday 22 September 2010

YEK

27 yaşında öğrendim tavla oynamayı!:) Uzmanlaşıyorum gün be gün pratik yaparak. Sevdim.

Bir ayda hayatıma 200ü aşkın insan girdi ve ben 180 tanesinin ismini 3 günde ezberledim.

Okulum tam benlik. Hergün alemlere akma söz konusu.

Geçtğimiz hafta 'konsey' pekmez yapımı ve ceviz çırpımı için toplandı. Çok çalıştığımız ama çok eğlendiğimiz bir hafta sonu oldu.

Yukardaki elma ağacı rahmetli dedemin eseri . Bir tarafında golden diğer tarafında starking:) Elma çeşitlerini de bayağı öğrendim bu arada. Jeneton, amasya, golden, arapkızı, starking hepsini görüp koklayıp koparmak ve tatmak çok güzel bi duygu. Nur içinde yatsın dedem...

Monday 13 September 2010

Eylül 2010

2010 yılının en sevdiğim ayı oldu Eylül. Belkide hayatımda bir ilk bu! Genellikle istemeyerek gitme telaşı, okul telaşı, kalabalıktan yalnızlığa alışma süreci olurdu Eylül.12 Yıldan sonra ilk kez sabahları kalktığımda kahvaltım hazır çayım konmuş oluyor! Muhteşem bi duygu bu. Anlatılmaz yaşanır cinsten. Isspanaklı börek canım istedi dediğinde akşam sürpriiiizzzz diyerek önüne konulan ıspnaklı böreği yemek de çok garip. Genelde okuldan gelince ne canım istiyor değil ne çabuk pişirilir derdinde olurdum. Artık bir süreliğin de olsa öyle bir düşüncem kalmadı:) Velhasılı şuanda halimden oldukça memnunum. Ulaşım dışında. Onu da bir vosvosla(!) hallettimmi tamamdır.

Bu arada ben Almanya - Arjantin maçına da gittim.  Kayseride Dünya Basktbol Şampiyonası düzenlendi de ben gidemedim demiycem en azından:) Bizim zamanımızda Bi Delfino ve Scola vardı derim artık:)

Onun dışında 50 tane yepyeni filmim oldu. Coen kardeşlerinki ve Sherlock Holmes da dahil buna. Çok heycan verici. Hergün bi tane izlesem -ki izleyemem- 1buçuk ay götürür beni.

20sini iple çekiyorum ve yeni okumunun Demircileri aratmamasını umuyorum bunun çok düşük bir ihitimal olduğunu bile bile...

Wednesday 25 August 2010

Buda başlıksız olsun

Ev taşımaktan, eşya yerleştirmkten nefret ediyorum! Her bayan gibi. Artık resmen Kayseriye yerleşmiş bulunuyorum. Ne çok ıvır zıvır isitiflmişim ben yahu. 15 yıl önceki mektuplarım , saçma sapan notlar, hediye paketleri... 2 koli gereksiz şey çıktı dolaplardan.

Bu arada SON noktayı koyup geldim Borçkadan. İyiki de gelmişim dedim dönerken. Rafting hariç herşeyi  yaptım karedenizde yapılabilecek.

 Kemalpaşa'da Rabişle ve Ayşecikle çok uzun süredir yapamadığımız şeyleri yaptık. 1 kavanoz nutella yedik. At last I have been to Georgia. Her zamanki gibi maceralı oldu. :)

Ben tişört okuma takıntısı olan biriyim. Tişört giyen kişinin dikkatini çektiğim bile olmuştur. Mustafanın Maviden aldığı tişörtün üzerinde yazan İspanyadaki balıkçı adresinin İsveçte tanıştığı İspanyol arkadaşının sokağında olması beni en çok şaşırtan olaydı. İkinci olay şöyle gerçekleşti.Son gün t-shirt'ünde 'Sex teacher - First Lesson Free' yazan bi adam oturuyodu otuduğumuz kafenin karşı masasında. Masadaki diğer 5 kişinin de istemeden de olsa ilgi odağı oldu Tişörtünündeki yazıyı türkçeye çevirince. Aklından ne geçti bilmiyorum artık. Walla anlamını bile bile giyiyorsa çok cesurdu bence . Gerçi bilmeseydi bile biz Türkler için çok garip olmamalıydı. Çünkü ne teyzeler gördüm üzerinde 'Never Been Kissed'  ve benzeri şeyler yazan.

28 ağustosta başlayacak basketbol maçlarının bütün biletleri bitmiş. En azından 2 tane maç bileti bulurum herhalde karaborsadan. Dirk Nowitzki de gelmiycekmiş zaten. Hain dom dom.

Söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. Mutlu kalın.

Saturday 14 August 2010

33333

Bunu bir mesaj olarak değerlendirip bişeyler yazmaya karar verdim.

Görüşmeyeli aksayarak da olsa yürümeye başladım. (Allahım sana şükürler olsun) İnsan 1.5 ay yatınca acaba yürüyebilecekmiyim sorusunu sık sık aklına getiriyor.

5 yıllık pasaport fiyatına 10 yıllık pasaport aldım. 2020'ye kadar geçerli. Bugün oruçlu oruçlu bütün vize safalarını doldurablmeyi diledim. Ne güzel olur. Yarınki çekilişte bentley bana çıkarsa kesin olur.

Yarın Artvine evimi toplamaya ve sevdiklerimle vedalaşmaya gidiyorum cikle. Son kez karadeniz fotorafları çekicem.

Mıstıkım işe başladı. Sırtımı dayayabileceğim bir kişi daha var. Yuppie! Artık her türlü parasal aktiviteye kayıtsız şartsız bir sponsorum var. Di mi ablacım?

Bu saydıklarım dışında farklı bir şey yok. 16 saat aç ve susuz kalmanın yorucu olması dışında...

Ha dün çok orjinal bir söz öğrendim aynen şöyle:

Oha var çifte sürdürür, oha var zelve kırdırır.

Bi dahaki sefere kadar mutlu kalın!

Çok anlamlı bir kapanış oldu.

Friday 6 August 2010

Benim artık DEDEM yok




Bana göre dünyanın enn temiz, en düzenli, en canayakın, en yakışıklı,e hoşsohbet,en iyi kalpli ve en şirin dedesiydi o. Etrafımdaki insanlardan tanıştırmadığım kimse kalmadı onunla. Çünkü hayatımda gördüğüm en farklı insanlardan biriydi. 85 yaşındaydı ve hayatın tadını her koşulda sonuna kadar çıkarırdı. Bir gün olsun olumsuz şeylerden bahsettiğini duymadım. Hep şükrederdi. Oturup saatlerce muhabbet edipte bıkmadığımdı o benim. Defalarca aradı beni sağlık durumumu öğrenmek için .Ona göre nazar değmişlerdi bana. Arkadaşına dua okutacaktı benim için. Öyle demişti. Ağustos ortasında görüşmek için sözleştik. Çok severdik birbirimizi. Gerçi onu tanıyıp da sevmeyen insanların olacağına pek ihtimal vermiyorum ben...

20 temmuzda, doğumgünümden 1 gün sonra, Çınarın doğumundan 2 saat sonra onun ölüm haberini aldım. İçimi en çok yakan ölüm onunkisi oldu 27 yaşıma kadar. Sonra keşke onun kadar pozitif ve mutlu biri olarak yaşamayı başarabilsem ve onun kadar güzel ölsem diye dua geçti içimden. Canım dedem benim, nur içinde yat..

Monday 28 June 2010

Evin erkeği olmak

Walla 1 buçuk aydır ayağımın kırıklığı sebebiyle yatışta olduğumdan dolayı bugün farkettim ki tam bir erkek fatma modeli sergiliyorum evde. Tv'de dünya kupası, wimbledon, F1 ne kadar erkeklere hitap eden şey varsa izliyorum.Yemekten hemen sonra sofrayı toplamak yerine koltuğumda yerimi alıyorum. Oturduğum yerden onu bunu getirmlerini istiyorum ailemin sevgili üyelerinden.

Bugün itibariyle Mustafa'nın 'abla çok heycannı oluyo' gazıyla ilk ve son bahsimi de Caponya ve İspanya üzerine oynadım. Bide Wii'm olsaydı herhalde erkek gibi yaşamanın 'nimetleri'nden son noktasına kadar faydalanmış olacaktım. Türk toplumunda erkek olmak iyiymiş.

Ben biraz maç izliim. Sanırım bizim kuponlar yalan oldu. Ulan Caponya...

Sunday 20 June 2010

Friday 18 June 2010

Gayseri

15 haziran itibariyle Kayseri-Kocasinan-Mehmet Ali Bakkaloğlu ilköğretim okuluna atandım.
Bu durumdan şuanda mutluyum umarım ilerleyen dönemlerde de mutlu olurum.

Bugün okullar kapandı.Öğrencilerimle vedalaşamadığım için çok üzgünüm... Yolları açık olsun ve Hep musmutlu olsunlar benim biricik pıncırlarım.

Artvin bundan sonraki hayatımda da yer alıcak o yüzden buraya sizin düşündüğünüz gibi dramatik şeyler yazmıycam.

1 günde 2 yazı! Hiç böyle şeyler yapmazdım ben...

Kusana kadar kiraz ve çilek yemek


Aynıı anda hem kolu hem de ayağı alçıda olan insanın yapabilecği şeyler şunlarla sınırlıdır: yemek-içmek-oturmak-yatmak-arada bi wcye gitmek-tv izlemek-kitap okumak-bilgisayar ve internette zaman öldürmek.

Bunların hepsini 1 gün içinde değişik sıralamalarla 1 aydır yapıyorum. Annem veya babam bişey istermisin diye sorduğunda 2 şey çıkıyo ağzımdan çilek ve kiraz. Lakin 26. yaşımın son demlerini yatarak ve kusana kadar kiraz ve çilek yiyerek bi yandan da yeni keşfettiğim ve bayıldığım regina spektor şarkılarını dinleyerek geçiriyorum.

Thursday 17 June 2010

Fransızca

Eğer bir gün fransızca kelimelerin telaffuzunu çalışmaya başlarsam bunun nedeni ne yann tiersen olacak ne de izlediğim filmler...

Ama yıllardır yanlış telaffuz edipte doğru okunuşunu öğrendğimde hönklediğim markalar beni buna mecbur edecek.

Yves Rocher
Ben 'Ves Roçer' diye okuyodum taki mağazadaki kadın beni 'İv Roşe' diye düzeltene kadar

Yves Saint Lorent
Dergilerde gördüğüm markayı bigün filoyla konuşurken 'Ves Sent Lorınt' diye telaffuz edince filo bana onun telaffuzundan emin olup olmadığımı sordu kendisi 'İv sen Loren' diye duymuştu... Haklıydı filo ben yine fena uydurmuştum.

Louis Vuitton
Lü Vüto imiş aslı. Vöög (vouge) reklamında duydum biraz önce...

Amaaaan benki ilkokuldayken Rebook 'u gördüğüm gibi okurdum üstüne üstlük bide küfür sanardım...

bugün 50 basamaklı bir merdiveni tek ayakla inip çıktım. Maşallah sana sağ ağayım. Sol gibi nazarlara gelmeyesin. Burdan kndisine bi kez daha teşekkür ediyor bu yazıyla ilgili kafanızda oluşacak anlam karmaşalarından ksinlikle kendimi sorumlu tutmuyorum.

Birde yakın zamanda evlenecek olan yakuza arkadaşımıza ömür boyu mutluluklar diliyoruz:P

lülü

Saturday 12 June 2010

Aldo Raine

Dünyanın biyerinde Aldo Raine gibi muhteşem aksanlı ingilizce konuşan insanlar varsa iyileşince oraya gitmek o insanların arasında bikaç gün yaşamak istiyorum. Güney amerika diye buldum ben ama neresi??? bilipde söylemeyen 8 olsun!

Hayır hiç düşünüldüğü gibi diil! ben 3 haftada yalnızca 5 film izledim. En beğendiklerim inglorious bastards ve the girl with the dragon tattoo oldu.

Dünya kupasında şampiyon ispanya veya italya olacak. en azından ben öyle olmasını isterim.

lütfen imla kurallarına dikkat etmeden okuyunuz tek kolla anca bu kadar ...

bu arada MERTTTTT HOŞGELDİN :) bilge aylavyu...

Saturday 29 May 2010

Çilek ve diğerleri


Bu seneye kadar ağır basan bi çilek tutkunluğum yoktu çilek benim için öylesine bi meyveydi olmasa da olurdu ama bu sene noolduysa çilek görünce gözlerim dönüyo. Fotolar canon sd750 ile çekildi. Fujim olucaktıkiiiii. Bunların hepsi sanat eseri gibi görünürdü...:)



Thursday 27 May 2010

Wednesday 26 May 2010

neden ki?

Son günlerde kendimi pencereden atmaya meyilli hissediyorum. Kafamdaki neden sayısı çok fazla hiç buraya yazasım yok.

Bi de insanın hayatında 3 saniyede neler olabiliyomuş. O 3 saniyeyi çıkarsak hayata kelebek etkisiyle devam etsek.

Monday 24 May 2010

Hayatımın en uzun 5 günü

19 Mayıstan beri hastanedeydim. Sol kol ve bacağım alçıda. Kolum dirsekten çıktı ayağımdaki tarak kemiklerinde 2 tane kırık var ve şuandada onnarı birbirine bağlayan koca bi tel mevcut. Sezonu kapattım. 5 günde Hayatımda 4-5 tane ilk yaşadım. Einsteinın izafiyetle ne demek istediğini çok iyi anladım. Yattım yattım ve yattım. Olayın detaylarını daha sonra anlatmak istemekle birlikte yarın için plan yaparken yüzde 50lik bir olasılık bırakmayı öğrendim. Lakin şuanda size bunlardan değilde fırtına deresindeki (herşeyiyle ayarladığım ama yapamadığım) rafting maceramdan bahsetme olasılığım ve planlarım vardı ama 2010 yılı için artık yok. Tek kolla yazdığım yazıya burda son veriyorum. Artık okul da yok zaten. Bol bol bişiler yazar çizerim.

Home sweet home demişler. evde olmak gibisi gerçekten yok...

Saturday 8 May 2010

Hayatımda aldığım en ilginç hediye



Sabahım köründe servisten iner inmez bi öğrencim koşarak yanıma geldi ve harika bir sürprizlerinin olduğunu söyledi. Ben ellerinde dondurma kutusunu görünce kesin dağ çileği getirdiler diye düşündüm ama dondurma kutusunu açınca yukarda gördüğünüz bu muhteşem kelebeği gördüm. Adını İmmortal koyduk . 3 günlük diil de ölümsüz olacaktı blogda kendi hakkında yazısı olduğu için. kelebeğe ilk gün gözüm gibi baktım ama gece o kadar çok çırpındı ki ... Sabah ilk iş kutunun kapağını açıp balkona koydum kelebeği. İkinci gün de yerindeydi. 3. gün korka korka (kelebeklerin ömrü 3 gündür dedikleri için) kutuya baktım ki kelebek yok! Uçmuş. 6 tane yumurta bırakmış gerisinde. Hain bütün sorumluluğu üstüme bıraktı. kutuya yaprak falan koydum ama akıbetinin ne olacağı hakkında hiç bi fikrim yok. Bir de kelebeklerin ömrü 3 gündür genellemesi yanlış. Kandırıyolar bizi. Benimki 4 gün yaşadı walla. Gözlerimle gördüm.

Marsis


Dinler dinlemez Köksala 'bunlar kim yaaa altyapıları çok sağlam' dedikten 1 hafta sonra konserine gitme şansına sahip olduğum grup. 50den fazla konser izlemiş biri olarak söyleyebilirim ki Marsis gerçekten muhteşem bir canlı performansa sahip. Karadeniz müziğini gerçekten sevip lazca ve gürcüce şarkı ezberlememe sebep olmuş gruptur kendileri. Bu arada gürcüce ve lazca şarkıları öğrencilerime çevirttirdim.
Çok enteresan bi nokta var. İngilizcesi çok kötü olan çoğu öğrencim lazcayı veya gürcüceyi çok iyi konuşup anlayabiliyor. Olay dil zekası boyutu değil bence. Günlük hayatta dilin kullanımından kaynaklanıyor.. Sahi kimdi bunu söyleyen Chomsky mi?

Thursday 22 April 2010

Muse, Marsis, Stockholm Syndrome

Sabah akşam Muse ve Marsis dinliyorum bu aralar. Muse maceram New Born şarkısıyla başladı ve diğer şarkılarını dinleyince 'Allam ben nası bu grubu daha önce dinlemedim' şeklinde gelişti.

Marsis... Cuma günü konserine gideceğim Karadenizli süpper grup. Tabi burada yaşadığım için lazca, gürcüce ve karadeniz şivesiyle söylenen şarkılar benim kulağıma artık tuhaf gelmekten öte anadilimmiş gibi gelmeye başladı. İlk geldiğim yıl nası dinliyolar bunu dediğim şarkıları hayran hayran dinlemeye başladım ama Marsisin bütün şarkılarını dinlemiş biri olarak şarkıların kesinlikle çok sağlam olduğunu düşünüyorum. Bunun üzerine bide keyifli bir canlı performans izlersem muhteşem olucak inşallah. Onun heycanı sarmış durumda zaten.

Stockholm sendromu diye bişey olduğunu öğrendim dün. Rehinenin kendisini rehin alan kişiye duygusal anlamda bağlanması olarak özetlenebilecek psikolojik durumu anlatan terimmiş. Rehin alan kişinin rehineye bağlanması veya hoşlanması da Lima sendromu oluyomuş.

Garip gelgitler yaşadım bugün. Güldüm, ağladım, yorulduktan sonra 2 saat durmaksızın tepindim, şimdide uykum var ama uyumak istemiyorum.

iyi geceler

Saturday 10 April 2010

.

Düzköy... Öğrenciler hazırladığım sorularla cebelleşirken çektim pencereden...

Cimcimeler fidan dikerlerken...

Burası çok daha güzel footoğraflanabilirdi aslında. Ağaç gölgesi, papatyalar, arı kovanları.


Sevdim ben bunu..

Salyangoz. İçindeki şeyden iğrensem de evi çok güzel napiim...

Thursday 8 April 2010

Sheep Translation

Başlıkla ilgili hikayeyi bilmeyen yoktur herhalde. Mutlaka herhangi bir İngilizce dersinizde öğretmeniniz adeta kendi başından geçmiş gibi anlatır hikayeyi. Ben şahsen bikaç farklı ingilizce öğretmenimden duydum. O yüzden böyle diyorum. İşte bizim öğretmen arabasıyla seyahat ediyomuş sonra yol kenarında bu levhayı görmüş önce anlayamamış ama sonradan Kuzu Çevirme demek istediklerini idrak etmiş . Falan filan deyip asıl meseleye gelinir.

Anlatmaya çalıştığım en azından ordaki 'çevirme' de bi mantık vardır.

Geçenlerde şu soru vardı kitapta.

'Do you trust your friends?'

Öğrenciler trustın anlamını biliyodu zaten. Tercüme etmelerini istemedim ama bi tanesi 'Tiçır çeviriimmi? dedi. Bende madem heveslendin hadi bakalım deyince duyduğum tercüme karşısında önce güldüm ama sonra o öğrencinin örtmeni olduğum için aslında ağlamam gerektiğini hissettim. Lakin yukardaki soruyu şu şekilde tercüme etti ve bide cevapladı;

Turislere güvenirmisin?

Yes tiçır , ben güvenirim.

Saturday 20 March 2010

Dilek

Hergün Cumartesi gününün neşesini ve huzurunu, her ay da Temmuzun mutluluğunu ve eğlencesini getirse ne güzel olurdu diye geçti içimden. Ama pazartesi olmasa Cumartesinin, eylül olmasa Temmuzun değerini nasıl anlıcaktım dedim.

Yalnız yaşamanın kötü taraflarından biri, insanın normalde sessiz olması gereken iç sesini bir süre sonra sessizlikten kurtulmak için söylerken bulması- başka bir deyişle dış sese dönüştürmesi. Boş bulunup da iç sesi yalnız değilken de dış ses yapma olasılığımın oldukça yüksek olduğunu düşünüyorum kırdığım potları göz önüne alarak.

Bi arkadaşımın doğum tarihine verdiğim tepkiyi kendim de sonradan farkettim;(maalesef)

- Aaaaa! Sen daha 25 yaşında mısın? Hiç çaktırmıyosun...

Wednesday 17 March 2010

Maouri, Uzun Beyaz Bulut, Yeni Zelanda

Hergün 20 sayfadan fazla okumamaya çalıştığım kitabın adı Gelibolu - Uzun Beyaz Bulut. Uzun Beyaz Bulut orjinalinde Maouri demek oluyor. Maouri de günümüzün Yeni Zelandasının yerlilerine verilen ad ve Yeni Zelandanın orjinal adı.

Kitap Yeni Zelandaya duyduğum merakı bi kat daha artırdı. Zaten hep ilgi duyduğum şeylerle tesadüfen karşılaşınca 'mesaj bu mesaj' diye algılarım genelde. Buda öyle oldu.

Sabahtan beri gözkapaklarımdaki fillerin tüm ağırlığını üstümde hissediyorum. Lakin her tarafım fena acıyor... Grip mi olcam ne. Acaba sabahki oynadığım kar topunun etkisi olabilir mi bunda???

gidiim ben....

Friday 12 March 2010

Art and Fart

Eğer bi hafta daha yazmayı ertelersem 1 ayı bulacak ki insanın kendi bloğunu her açtığında aynı yazıyı görmesi gerçekten canını sıkıyor.

Aslında bu aralar Annemin ve Babamın Kayseriye dönmeleri dışında farklı bişey yok. Günde 20 km bisiklet sürmeye tam gaz devam ediyor Perşembe günleri de Halk oyunları kursuna gitmeye çalışıyorum ki eski öğrendiklerimi pekiştireyim.

Balık İzlerinin Sesi (Buket Uzuner)
Benim adım Mayıs (Buket Uzuner)
Ayın En Çıplak Günü (Buket Uzuner)
Kayıp Gül
Küçük Oyuncu(Pınar Kür)
Yüksek Topuklar (Murathan Mungan)

Yukardaki liste 2010 yılında okuduğum kitapların listesi. Şimdi her biriyle ilgili uzun uzadıya yorumlar yapmıycam. Ama adaşımın inanılmaz bir hayalgücü olduğuna ve olayları çok iyi kurguladığını söylemeden geçmememliyim. BİSi okuduktan sonra bütün kitaplarını aldım. Okul bitene kadar bitirmeyi planlıyorum. Artık kitapçıdan değil internetten kitap alıcağımı yinelemek istiyorum. Neredeyse 2-3 kat daha pahalı kitapçılarda.

Bikaç tane de film izledim. Bunlar;

Avatar
The Fountain
District 9
Seviyor Sevmiyor
Bunlar hakkında da yorum yapmayıp sadece Seviyor Sevmiyor ve District 9ı daha çok beğendiğimi belirticem. The Fountain filminin neden o kadar popüler olduğunu ve abartıldığını anlayamadığım gibi izlerken ileri aldım bazı yerleri. Filme dair finish it den başka bişey hatırlamadığımı da söylemeliyim.

Şuanda e2 de Cartman her zamanki gibi şaşkın gözümün içine bakarken tam konsantre olamıyorum. Hah bitti zaten.

Uzun zamandır okulla ilgili bişey anlatmıyorum. Hazır elimde hem taze hem komik olay varken paylaşiim hemen. Speed kelimesini dramayla anlatırken sol ayağımla gaza basar gibi yapıp vırınn vırınn sesi yapıyodum . Tabi bi türlü anlamadılar.

Ben: 'Ya ben ne yapıyorum? Hız hız .'

Öğrencilrden biri: Örtmenim gaz yerine debriyaja basarsanız anlayamayız tabi .

Yorum size bırakıp yarın enerjik uyanmak için (ki bu günlerde çok yorgunum- BAHARR) uyumaya gidiyorum.

Hadi cicişler bye:P

Ps: Başlık Mirgün Cabas'ın art ve fart kelimelerinin birbirine benzemesini tesadüf olmadığını tweetlemesiyle geldi aklıma. Gerçekten de öyle.

Sunday 21 February 2010

Bir eksikli çekirdek aile

Bir kez daha anladım ki anne eli değmiş bi ev gibisi yok!!! 2 haftalık sürede varlıklarına alışacak olmak gittiklerindeki dönemi zorlaştıracak olsa da okuldan döndüğümde bana kapıyı açan birinin olması ve kapının açılmasıyla birlikte evden yemek kokuları taşması kadar güzel ve mutluluk verici bir şey olmasa gerek. Tadını sonuna kadar çıkartıyorum alışmamaya çalışarak. Annem evde yemek ve düzen işlerini yürütürken bu sürede babamda tamir işleri çerçevesinde bir yıkım gerçekleştirmekte:)) Ya annamadığım bi şekilde evde herşey bozulmaya başladı. Önce TV, sonra Kondisyon bisikletinin sayacı, ardından ocak, lambanın duyusu... bu listeye kalan 5 günlük süre zarfında daha fazla bişey eklenmemesini umuyorum...Annem destursuz iş yapıyosunuz diye kızıyo olanlara anlam veremeyerek:)

Hiç olmadığı kadar iyi bir tempoda kitap okuyorum bu aralar. Bununla birlikte hayal gücümde tavan yapmış olacak ki çok enteresan rüyalar görüyorum. Geçen hafta Massive Attack konserindeydim. Çok da başarılıydı gerçekten. Hayır benki hiç Massive Attack dinlememiş bi insan o elemanları nası birebir gördüm o da şaşırtıcı. Gruba dair bildiğim 2 şey vardı biri Bristol'dan çıkma bir grup olmaları diğeri de Mezzozoine adındaki albümlerindeki yaratığın Bristolde bir heykelinin olduğu. O kadar... Ama bu tür rüyalar insana inanılmaz enerji veriyor aslında. Ben memnunum halimden ama yinede TVdeki rüya tabirleri programlarından birine bağlanıp yorum yaptırmak var aklımda:)

Son olarak, haftanın komik olayı; spor faaliyetlerindeki 'skiing' kelimesini ayıp diye tekrar ettirememem. 'Tiçır çok terbiyesiz, söylemiim'

Bide ben artık gidiim yarın zümre toplantısı var evimin yanıbaşındaki okulda. Sanırım güzel bir pazartesi olacak. En azından 1 saat geç kalkabilirim:)

Herkese iyi haftalar!!!

Saturday 13 February 2010

Merak

Çok fazla şeyi merak ediyorum bu günlerde.Hepside birbirinden saçma sapan. Mesela hayır anlamındaki 'cık' sadece bizim ülkemizde mi kullanılıyo hayır anlamında acaba? Mesala ingilizin biri gelip bana 'do you have a watch?' dese ben de 'cık ' desem sadece, ne anlar acep?

Bide çok komik bişey duyduğunda sağ elini sol eline şak diye vurduktan sonra gülen millet sadece bizmiyiz yoksa diğer ülkelerde de varmı?

Neden yıllarca türk kaşığıyla fransız .oku yemişiz ? Ve Neden hala türk kaşığıyla amerikan .oku yiyoruz?

Şimdilik bu kadar merak ettiklerim. Saygılar...

Friday 22 January 2010

Gidiş

Biliyorum çooookkkk uzun zamandır yaz(a)madığımı ama sınav hazırla, sınav oku, e-okula gir. Sonra birazda kendime gelmem gerekiyordu. En son yazdığımdan beri;

Biri 10 diğeri 6 saat rötarlı 3 uçak yolcuğu yani 3000 km ye yakın yol katettim.

İzmirin kışını gördüm 5 yıl sonra tekrar kışı bile güzel memleket dedim...

Hergün 15-20 km bisiklet sürüyorum artık. atletik bi insan olucam.

Küçük oyuncu, Balık izlerinin sesi, Kayıp gül, Madam bovary ve Macbeth (son ikisi çizgi roman ) okudum.

Avatar, 500 days of summer, kadın aklı erkek aklı, ve elimdeki romantik komedilerin hepsini izledim.

Keremin kukuletasını bitirdim -nihayet-.

Babannesinin Düzköyün dağına tırmandığında kutupları gördüğünü iddia eden bi öğrencim var artık.

Valizimi hazırladım. Yarın yola çıkıyorum. Kayak yapmayı 'tam anlamıyla' öğrenmeden dönmeyi düşünmüyorum bu sefer.

2010un şimdiye kadarki kısmı gayet güzeldi bundan sonrasının da öyle olmasını diliyorum.

Vijdanımı azıcık da olsa rahatlatmanın huzuru içindeyim şuan.

Wednesday 6 January 2010

İlk Mesaj

Bizim Okulumuzdaki öğrenciler gerçekten enteresan. İlkokul 1. sınıf öğrencisinin öğretmenine yazdığı ilk notu görüyosunuz yukarda. Bide eliyle getirip vermiş. Ya ne yazdığını bilmiyo, ya dalga geçiyo ya da cidden cesur:))

Bu arada geçenlerde yine enteresan bi olay yaşadım 4. sınıfta performans ödevlerini panoya asarken. Ben iğne isteyince sağımdan solumdan 10 kişi gözüme gözüme iğne uzatmaya başladı. Bende 'arkadaşlar napıyosunuz lens var gözümde batar matar diye uyardım( sanki olan göze değil de lense olucakmış gibi)

bi tanesi 'tiiçır lens neyki?'

diğeri 'Takma göz akıllım takma göz'

Ben 'ııı evet lens takma göz'

Yeni macerlarla dönücem yarın:)